"Cesur Yeni Dünya" bizi
"Ford'dan sonra 632 yılına" götürür. Bu dünyanın cesur insanları
kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez Kuluçka ve
Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp
olduğu için, "annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak
görülür Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya
-uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes
çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."
"Cesur Yeni Dünya"nın önemi
yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek
tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda 'birey yok edilse de süren
macerasının' sağlam bir üslupta anlatılmasıyla da ilgili. Huxley, yapıtını ütopa
geleneğinin kuru anlatımının dışına çıkarıp 'iyi edebiyat' kategorisine
yükseltiyor.
Yazar: Aldous Huxley
Çevirmen: Ümit Tosun
Yayınevi : İthaki Yayınları
Cesur Yeni Dünya, 1984 ve Fahrenheit 451, 20 yüzyılın ütopik ve distopik bağımsız üçlemeleridir. Yazarlar istediği yada korktuğu gelecek yüzyılı bu eserlerde gelecek nesillere aktarmak istemişlerdir.
Distopya olarak nitelendirilen George
Orwell’ın bu şahane eseri, geçmişin aslında ne kadar da gelecekten izler
taşıdığını ortaya koyuyor. 1948’de kaleme aldığı bu eser ile Orwell, günümüz
modern dünyasına bir protesto bırakıyor. Her ne kadar kitabında 1984 yılını
tasvir etse de kitabın derinliklerinde bugünden izler de bulabilmeniz mümkün.
Bu durumda elbette ki George Orwell’ın ileri görüşlülüğü etkili.
Sovyet Rusya’ya bir eleştiri
niteliğinde olan bu kitap, günümüz siyasetinin baskısı, toplumdaki
adaletsizliği, insanların tek tipleştirilmek istenmesi, zihnin kontrolü ve
bireyselliğin yok edilmesi gibi kavramlar üzerinde de duruyor. Ütopik olduğu
kadar gerçekçi yönlere de yer veren roman, sizi yaşadığınız toplum düzeni
içerisinde de düşünmeye davet ediyor. Önlem alınmadığı takdirde nerelere
sürüklenebileceğimiz konusunda ipuçları veren bu romanı, elinizden
bırakamayacaksınız.
Modern Dünyaya Bir Protesto:
1984
Büyük Birader olarak adlandırılan
kişi ve onun denetimindeki partisi, Okyanusya yönetiminin başıdır. Okyanusya’da
Büyük Birader’in otoritesiyle, toplumda hiyerarşik bir sınıflandırma bulunur.
Topluma, tüm insani duygulardan arınmalarını emreden Büyük Birader; ülkede
aşkı, erotizmi, bireysel evliliği ve günlük tutmak gibi insani eylemleri de
yasaklamıştır. Evlilikler, tamamen devlet kontrolündedir ve amaç yalnızca
devlete hizmet edecek çocuklar yetiştirmektir. Diğer yandan, ülkedeki tüm
yazılı ve yazısız yayın organları, sadece devlete bağlıdır ve asla kendi
düşüncelerinizi ifade etmenize izin verilmez.
Çoğunluğun bu sisteme uyduğu ve
itiraz etmeksizin Büyük Birader’e saygı gösterdiği Okyanusya’da, elbette ki
sisteme karşı gelen kişiler olacaktır. Bunlardan biri de Doğruluk Bakanlığı’nda
çalışan Winston’dır. İçerisinde bulunduğu sıkışmışlık hissi, onu her şeye karşı
gelmeye itecektir. Hikayede burada başlar. Winston’ın başkaldırışı, Julia ile
olan yakınlaşması ve eylemleri sonucu başına gelenleri George Orwell, büyük bir
ustalıkla işlemiştir. Kitabın sonundaysa Winston’ın türlü işkenceler sonucu,
devlete bağlı bir vatandaşa dönüştürüldüğüne tanık oluruz.
Bunu Biliyor muydunuz?
George Orwell kitabın geçtiği yıl
olarak aslında 1980 yılını seçmiştir. Fakat kitabın tamamlanması, Orwell’ın
hastalığının da etkisiyle uzadıkça yılı, 1982 olarak değiştirmiş, sonrasında
ise 1984 yılında karar kılmıştır. Bunun nedeni ise Orwell’ın kitabın yazımını
1948 yılında tamamlamasıdır. Orwell, 1948’in son 2 rakamının yerlerini
değiştirmeye karar verir. Böylece kitap, 1984 adı ile basılır.
Askeri Güç Olarak Üstün İngilizler, Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nı Neden
Kaybetti?
1775–1783 yılları arasında Büyük Britanya ve Kuzey
Amerika'daki On Üç Koloni arasında geçen savaşı, o dönem için net bir şekilde
daha güçlü olan Britanya tarafı tam olarak nasıl kaybetti?
amerikan bağımsızlık savaşı konusunda anahtar suallerden birisi,
ingiltere'nin savaşı nasıl ve neden kaybettiğidir. savaşı ingilizler ne kadar kaybettiyse amerikalı
kolonistler de o kadar kazanmamıştı. ingiltere, savaşı sömürgecilerin
gayretlerinden bağımsızca yalnız başına kazanma imkanına sahipti, fakat
kazanmayı seçeceğine, aşağı yukarıya savsaklık sebebiyle kaybetmişti.
çoğu çarpışmada, sözgelimi fransa ve ispanya bir yanda, ingiltere, avusturya
ve birleşik eyaletler diğer yanda olmak üzere, ispanya kralı 2. charles'ın
ölümü üzerine yapılan, ancak sonuçsuz kalan savaşta, yedi sene savaşları'nda,
napoleon dönemi savaşlarında, amerikan iç savaşı'nda, fransa-prusya savaşı'nda,
çağımızın iki dünya savaşında, savaşanlardan birinin zafer veya mağlubiyeti
askeri kavramlarla izah edebilir. bunlar gibi çoğu çarpışmada tarihçiler, kimi
stratejisel ve stratejik kararlar, bazı seferberlikler, bazı muharebeler, bazı
lojistik hesaplamalar (endüstriyel imalatı ayarlamak veya savaş gücü oluşturmak
benzeri veyahut kolayca hırpalama metodu gibi bir veya ansızın fazla belirli
etken gösterebilir. yeniden tarihçiler, "bu gibi tek veya birleşik
etkenlerden rastgele biri, çarpışanların birinin başarısızlığına veya savaşa
devam etmesini imkansız kılmaya yeterlidir" demektedir. yeniden de
amerikan bağımsızlık savaşı'nda, tarihçilerin doyurucu olarak ortaya
koyabilecekleri bu gibi etkenler yoktur. hem de genelde 'neticesi belirleyici'
olarak belirtilen iki muharebe; saratoga ve yorktown muharebeleri, amerikan
ahlak kavramlarına göre 'neticesi belirleyici' sayılabilir veya belki de
geçmişte yapılan hataların farkına varılmasının ışığında kılıcın keskin iki
yanı gibi görülebilir. bu kavramlardan hiçbiri, ingiltere'nin savaşa devam
edebilme kapasitesini ne zayıflatmış ne de ciddi bir şekilde bozmuştur. savaş,
saratoga'dan sonra dört sene daha devam etmiş ve bu müddet içinde bir dizi
zafer, ingilizler'in uğradığı bozgunları yerine koymuştur. comwallis, new
york'ta abluka edildiğinde, kuzey amerika' daki ingiliz askerleri hali hazırda
tam ve eksiksiz, hali hazırda rastgele bir yerde operasyonlara devam edebilecek
şekilde yer tutmuş ve hali hazırda stratejik ve sayısal olarak avantajlı bir
pozisyondaydı. amerikan bağımsızlık savaşı'nda ne waterloo ile
karşılaştırılabilir net bir zafer, ne de gettysburg ile karşılaştırılabilir,
kaçınılmaz bir 'dönüm noktası' bulunmaktaydı. görüldüğü kadarıyla sanki herkes
yorgun düşmüş, sıkılmış, alakasını kaybetmiş ve toparlanıp yuvaya dönme
hazırlığına başlamıştı.
amerikan tarihi ders kitaplarında, bazı standart izahlar, ingiliz
askeri bozgunlarının askeri izahları olarak sunulmaktadır. bunun nedeni, tabii
olarak bu tür izahların amerikan silahlı güçlerinin yiğitliğini ortaya
koymasıydı. örneğin, açıkça belirtilmese de, genelde tekliflen tüm sömürgeci
kuzey amerika'nın silahlanarak kendisine karşı hasmane duygular besleyen
ingiltere ile yüz yüze gelmesiydi. bu vaziyet napolyon veya hitler'in rusya'yı
işgal teşebbüslerinde, tüm halkın birleşerek düşmana karşı koymasına
benzetilebilir. yeniden de çoğu zaman kuzey amerika'nın vahşi hayatın sürdüğü
bölgelerinde, sömürgeciler tarafından uygulanan ve bölgeye uyarlanılabilen,
gayri muntazam gerilla çatışmalarında eğitimsiz ve bölgeye uyum sağlayamayan
ingiliz silahlı gücünün bu gibi öğelere sahip olmaması öne sürülmektedir. genel
olarak sıklıkla öne sürülen bir konu da ingiliz komutanların yetersiz,
beceriksiz, tembel, ahlaksız, düşüncesiz ve manevra yeteneksiz olduğuydu. bu
olguların her birine tek tek bakmak gerekir.
harbiden ingiliz silahlı gücü, kendisine karşı ihtirasla birleşmiş
ihtilalciler veya halkla karşı karşıya değildi. 1775'te sömürgelerdeki 37
gazeteden 23'ü asilerden yana, yedisi ingiltere'ye sadık ve yedisi de tarafsız
veya kimseye teslim olmamıştı. şayet bu vaziyet toplumun tutumunu yansıtıyorsa,
yüzde 38'i bağımsızlığı desteklemeye hazır değildi. gerçekte asallı bir
sayıdaki sömürgeci, anavatan olarak nitelendirdikleri yerle etkin olarak ilişkiliydiler.
ingiliz askerlerine gönüllü olarak casusluk yaptılar, gönüllü olarak bilgi ve
araç gereç taşıdılar. çoğu silahlanarak ingiliz düzenli birlikleri yanında
sömürgeci komşularına karşı çarpıştılar. savaşın seyiri sürecinde ingiliz
silahlı gücüne katılmış takriben 14 'kralcı' alay bulunmaktaydı.
ingiliz silahlı gücünün kuzey amerika' da yer alan savaş türüne ne uygun ne
de eğitimsiz olduğunu tartışmak müdafaa edilebilir değildir. genel izlenimlere
rağmen çatışmaların çoğu gayri muntazam savaşları içermiyordu. çoğu tamamiyle
avrupa'daki çatışmalar türünden, tamamiyle ingiliz silahlı gücü ve içindeki
fiyatlı hessen askerlerinin üstün olduğu abluka etme ve geniş alanda yapılan
savaşlardı. fakat gayri muntazam savaşlarda dahi ingiliz silahlı gücü dezavantajlı
değildi.
görmüş olduğumuz gibi 20 sene önce amherst, wolfe ve buyruğundakiler kuzey
amerika'yı fransa'dan almak için tamamıyla bu tür bir savaş uygulamışlardı.
sahiden, ingiliz silahlı gücü, orman ve nehirlerde şart olan ve avrupa savaş
alanlarında kullanılan strateji ve formasyonların geçersiz olduğu savaş türünün
lideri olmuştu. hessen askerleri bu tür taktiklerde harbiden savunmasız
olabilirlerdi, fakat amherst'in daha önceki tüfekli alayı olan 60. piyade alayı
gibi ingiliz birlikleri sömürgecileri kendi oyunlarında yenebilirlerdi ve
yenmişlerdi de. tüm sömürgeci askeri öncüler, bu oyunları ingiliz
komutanlarından öğrenmişlerdi.
geriye ingiliz komutanlarının yetersizlik ve beceriksizlikleri suçlamaları
kalmaktadır.
komutanlardan biri olan sir john burgoyne için bu suçlamalar belki
geçerlidir, ama yeniden de üç ileri gelen komutan olan sir william howe, sir
henry clinton ve lord charles cornwallis için geçerli değildir. gerçekten,
howe, clinton ve cornwallis, amerikalı meslektaşları kadar beceriliydiler.
üçünün de sömürgelere karşı yenilgiden çok zaferleri vardı. üçü de önceden
becerilerini ortaya koymuşlardı ve tekrar ortaya koyma ihtimalleri vardı.
bilhassa howe, 20 yıl önce fransızlat a karşı yapılan savaşta ehemmiyetli bir
rol oynamış, ticonderoga' da can veren kardeşinden gerilla taktiklerini
öğrenmiş, louisbourg ve montreal'de amherst'in buyruğunda hizmet etmiş ve wolfun
askerlerine de quebec'te abraham tepeleri'ne tırmanmada liderlik etmişti. 1772
ile 1774 yılları arasında hafif piyade gruplarını alay saflarında toplama
sorumluluğunu üstlenmişti. clinton, newfoundland' de doğmuş, newfoundland ve
new york'ta büyümüş, muhafız alayına katılmadan önce new york milislerinde
hizmet görmüş ve askeri hiyerarşide yükselişi 'meteora' benzetildiği kıta
avrupası'nda faaliyet göstermişti.
cornwallis de kendisini yedi yıl savaşları'nda fark ettirmişti. sonradan
mysore' daki çatışmalarda, bir dizi zafer kazanarak, ingiltere'nin, güney
hindistan'ın kontrolünü ele geçirmesini sağlamış ve bu süreçte wellington dükü
olacak genç sir arthur wellesley'e yol gösterici olmuştur. irlanda'daki 1798
ayaklanması'nda, cornwallis, sadece becerili bir stratejist olarak kendini
göstermekle kalmamış, bu arada buyruğundakilerin kabalıklarını daimi frenleyici
bir bilge ve hümanist bir insan olarak da davranmıştır. anlaşılacağı üzere, bu
komutanlar, becerisiz ve beceriksiz komutanlar değildiler.
ama şayet amerikan bağımsızlık savaşı'ndaki
ingiliz baş komutanlığı, yetersiz ve beceriksiz değildiyse, o vakit
tarihçilerin yeterince izah etmediği bir derecede üşengeç, istikrarsız,
kayıtsız, hem de uyuşuktu. fırsatlar, bu fırsatları yakalayan veya fırsatların
üzerine saldıran işbilir insanlar tarafından önem vermemişti. operasyonlar,
hemen hemen uyur gezer gibi ve uyuşuk bir havada yapılmıştı. savaş oldukça sade
bir şekilde, aynı komutanların amerikan sömürgecilerinin dışındaki düşmanlarla
kapıştıklarında gösterdikleri acımasızlık türünde ve zafer için ihtiyaç duyulan
acımasızlıkta yürütülmemişti.
gerçekte ingiltere, kuzey amerika'daki savaşı tamamıyla askeri nedenlerle
kaybetmemişti
savaş, tamamiyle diğer etkenler yüzünden kaybedilmişti. bu savaş iki asır sonra
amerika birleşik devletleri'nin vietnam'da yapacağı savaştan daha popüler
olmayan bir savaştı. ingiliz halkı, ingiliz hükümeti ve tüm askerleri,
subayları ve komutanlarıyla savaşa katılan ingiliz personeli için de popüler
değildi. clinton ve cornwallis'in ikisi de zorlamayla ve son derece
isteksizlikle savaşmışlardı. howe, devamlı olarak kızgınlığını, mutsuzluğunu ve
mesuliyet yüklendiği komutanlığın düş kırıklığını belirterek, daha da dik başlı
hareket ediyordu. kardeşi amiral howe da aynı duygular içerisindeydi.
söylediğine göre sömürgeciler yeryüzündeki en kalpsiz ve en tehikeli
insanlardı.
amherst, daha da savaşkandı. çatışmalar patlak verdiğinde, 59 yaşındaydı.
washington'dan 15, howe'dan 12 yıl daha yaşlı olmasına karşın hali hazırda
operasyonlara mükemmel bir şekilde katılabiliyordu. yedi sene savaşları'ndaki
başarısını takiben virgina valisi olmuş ve şef pontiac'ın yönettiği kızılderili
ayaklanması'nda gayri muntazam savaşlardaki kabiliyetlerini geliştirmişti.
amerikan bağımsızlık savaşı başladığında, ingiliz silahlı gücünün baş
komutanıydı ve 'masa başı işinin' getirdiği bürokrasi ve can sıkıntısından
rahatsız oluyordu. amherst, kuzey amerika' da komutanlığı aldığında ve daha
önceki astı howe ile beraber 20 sene önce fransızlar'a karşı sergilediği
enerjik seferde, olaylar sorgulanamaz bir biçimde farklıklar gösterecekti.
amherst de istemeyerek yerini savunan diğerleri gibi aynı memnunsuzluğu
sergiledi ve kendisinden üst kademede olanlar amherst'e hoşgörü gösterdiler.
ilk teklif, 1776'da geldi ve amherst bunu kibarca reddetti. ocak 1778'de yeni
bir teşebbüste bulunuldu. bu sefer kendisine hiç sorulmadı dahi. kral 3.
george, amherst'i amerika'daki baş komutanlığa atadı ve oradaki savaşı kontrol
altına alması isteğinde bulundu. görevinden çekilme korkusuyla amherst, kralın
direk buyruğunu reddetti. hükümet azalarının de kendisini ikna etme gayretleri
tesirsiz kaldı. İngiliz birlikleri, amherst için, howe için, diğer tüm ingiliz komutanları için ve ingiliz
halkının çoğu için amerikan bağımsızlık savaşı bir tür iç savaş niteliğindeydi.
gerçekte, kendilerini, kendi mağlubiyetlerinde, sadece dil, kalıt, anane ve
düşünce olarak bağlı olmayıp bu arada bir hayli vaziyette, gerçek aile
bağlarıyla da bağlı oldukları ingiliz emsalleri olarak tanımlanan rakiplerine
karşı kapıştırılmış olarak görmekteydiler. fakat bundan daha fazlası da vardı.
görmüş olduğumuz gibi xviii. asır ingilteresi'nde masonluk, bilhassa eğitimli
sınıfı, profesyonel insanlan, devlet memurlarını ve yöneticilerini,
eğitmenleri, kamu oyunu şekillendiren ve belirleyen insanları içeren tüm
cemiyeti kapsayan bir örgü halini almıştı. masonluk, aynı vakitte çağının
mentalitesini etkileyen ortamda genel bir psikolojik ve kültürel atmosfer
oluşturmuştu. bu vaziyet, bilhassa arazi localarının, insanları, birlikleri,
komutanları ve birbirleriyle bağladıkları bağlayıcı bir çatı oluşturduğu
askerlikte geçerliydi. ve bunun ötesinde kast ve aile bağlarından yoksun olan
'sıradan askerlerin arasında, ki subay sınıfı bundan yoksun değildi, daha da
geçerliydi. amerikan bağımsızlık savaşı esnasında, savaşa iştirak eden askeri
personelin çoğu, her iki taraftaki komutan ve insanlar, ya kendileri mason'du
veyahut masonluğun fikir ve değerleriyle doymuşlardı. arazi localarının gerçek
yaygınlığı, mason olmayanların dahi müessesenin ideallerine kararlılıkla
bağlanmasına kapı aralamıştı. bu ideallerin çoğunun, sömürgecilerin uğruna
savaştığı ideallerle somutlaşmış görüldüğünü söylemek yanlış olmaz.
sömürgecilerin deklare ettiği ve daha sonra bağımsızlık için uğruna savaştığı
ilkeler, belki rastlantısal, fakat hali hazırda yaygın olarak masonik'ti. ve
ingiliz genel kurmayı için olduğu kadar erat için de yalnızca emsalleri
ingilizler ile değil, ama aynı vakitte masonik kardeşleriyle giriştikleri bir
savaştı. bu gibi durumlarda, ceberrut olmak genelde zordur. bu tabiidir ki
ingiliz komutanlarının vatana hıyanetten suçlu olduklarını göstermez. tüm
olanlardan sonra onlar, profesyonel askerlerdi ve istemeye istemeye olsa da
görevlerini yerine getirmek zorundaydılar. ama görevlerini oldukça zorlukla
yerine getirmenin ıstırabı içerisindeydiler ve bundan fazlasını da
yapamazlardı.
ne yazık ki, ingiliz genel kurmayı arasında bulunan masonlar'ın tespit
etmesine ait ne bir aza kayıt listesi, ne bir sicil ne de belgeleme
bulunmaktadır. kaide olarak, askerlerin çoğu arazi localarına isimlerinin ve
soyadlarının baş harfleriyle kaydedilmişti. arazi locaları da hem kayıt tutmakta
hem de tutulan kayıtların saklanması için ana locaya vermekte gevşeklikleriyle
tanınmıştı. arazi locası kurulduğunda veya tanındığında, kendisine destek veren
uzuvla ilişkisini çoklukla kaybetmekteydi. bu, bilhassa kendi kayıtlarıyla dahi
yeterli derecede meseleleri olan irlanda büyük locası'nın berat verdiği localar
için geçerliydi; ve görmüş olduğumuz gibi ilk arazi localarına berat veren de
irlanda büyük locası'ydı. kimi vaziyetlerde ise arazi locaları başka arazi
localarına berat vermekteydi ve özgün ana locanın bundan haberi bile
olmamaktaydı. ve alaylar terhis edildiğinde veya birleştirildiğinde, alay
locaları göç etmekte, değişmekte, kendilerini nakletmekte ve bazen de fark
destekçi uzuvlardan patent almaktaydılar. hem de askeriyenin dışında bile
belgeler genelde perişan bir şekilde düzensizdi. sözgelimi iii. george'un üç
kardeşi de mason olarak bilinir. bunlardan biri olan cumberland dükü, sonradan
ingiltere büyük locası'nın büyük üstadı olmuştur. yeniden de sadece gloucester
dükü henry'nin 16 şubat 1766'
da girişine konusunda kayıtlar mevcuttur
bir tarihçinin zayıf bir ihtimalle yurtdışında inisiye olduğunu belirtmesine
karşın o zamanlar mason olan york dükü'nün nerede, ne vakit ve kimin tarafından
inisiye edildiğine konusunda bir belirti bulunmamaktadır. şayet bir krallık
prensiyle alakalı veriler bu kadar rastlantısal ve düzensizse, askeri
komutanlar için daha da beterdir.
bundan dolayı howe, cornwallis ve clinton'ın mason olup olmadıklarının
araştırılamaması şaşırtıcı olmasa gerek. yeniden de kendilerinin mason
olduklarına konusunda ehemmiyetli bilgiler mevcuttur. silahlı güç komutanı
olmadan önce hizmet etmiş olduğu dört alaydan üçünün arazi locası vardı; ve
albay olarak bunların loca etkinliklerine göz yumacak, en azından yönetecekti.
daha da ötesi görmüş olduğumuz gibi howe amherst ve wolfe'un buyruğunda
masonluğun şaha kalktığı bir silahlı güçte hizmet etmişti. amerikan bağımsızlık
savaşı esnasında, fikir ve ifadeleri mason olarak bilinenlerle tamamiyle
uyuşmaktaydı. ve kuzey amerika' da komutanlığı altındaki 31 alaydan 29'unu
arazi locaları oluşturmuştu şayet howe'un kendisi mason değilse, masonluğun
tesirinde olan bir şeyi özümseyemezdi, fakat o özümsemişti.
aynı şey howe ile bilhassa iyi ilişkiler içinde olan cornwallis için de
geçerliydi. cornwallis de silahlı güç komutanı olmadan önce iki alayda hizmet
etmiş ve bunlardan birinde albaylık yapmıştı. her ikisinin de arazi locaları
vardı. görmüş olduğumuz gibi sonradan korgeneral olan cornwallis'in amcası
edward, nova scotia valisi olmuş ve orada 1750 seneninde bir loca kurmuştu. ve
sahiden tüm cornwallis ailesi, xvııı. ve xıx. asırlar süresince, ingiliz
masonluğunun en tanınmış kişi isimleri arasındaydılar.
clinton'a gelince... ispat eder, daha da çapraşıktır. silahlı güç komutanı
olmadan önce istihkam alaylarında değil fakat son vakitlere kadar arazi
locaları olmayan muhafız alayında hizmet etmişti. diğer taraftan yedi sene
savaşları'nda çağının en etkin ve nüfuzlu masonları'ndan biri olan brunswick
dükü ferdinand'ın buyruk subayı olarak görev yapmıştı. ferdinand, masonluğa
1770'te berlin'de kabul edilmişti. 1770'te ingiltere büyük locası'nın
himayesinde brunswick dukalığında şehir büyük üstadı oldu. bir sene sonra 'sıkı
izleyiş riti'ne katıldı. 1776'da hesse prensi kari ile beraber hamburg'da
hatırlı bir loca kurdular. 1782'
de tüm avrupa masonluğunu kapsayan ehemmiyetli kurultaylardan biri olan
willilmsbad konvauim oluşturdu. ferdinand'ın emir subayı olarak clinton,
masonluk ve onun ideallerini sorgulanamaz bir biçimde benimsemiş olmalıydı.
daha da ötesi ingiliz ordusu new york'u abluka etmekle meşgulken, 25 haziran
1781 'de 210 numaralı loca'nın üstad-ı saygıdeğeri ve kardeşlerinin 'yahya
peygamber günü' nü kutladıklarına dair bir kayıt hali hazırda mevcuttur. bu
kayda göre:
kral ve zanaatin, kraliçe ... ile masonlar'ın eşlerinin sir henry clinton ve
tüm sadık masonlar'ın amiral arbuthnot ve tüm ıstırap çeken masonlar'ın general
knyphausen ve reidesel... ve ziyaretçi kardeşler'in lord cornwallis ve rawdon
... ile kadim kardeşlik örgütü' nün haysiyetine kadehler kaldırılmıştı.
böylelikle masonluk, hem ingiliz ordusuna hem de asi sömürgelere dağılmıştı.
bu noktada üstünde durulması şart olan, yeniden de takip eden belirtilerin
örgütlü 'masonik komplo' sunun rastgele bir türünü ispat etmediğidir. amerikan
bağımsızlık savaşı üzerine çalışan tarihçilerin çoğu, savaşın masonluk ile
alakası açısından iki kampa ayrılmıştır. birtakım yazarlar, savaşı, dikkatlice
tasarlanmış büyük bir tasarım çerçevesinde masonlar'ın entrikalarıyla tertip
eden, uyarlanan ve yönetilen bir hareket, bir 'masonik olay' olarak tasvir
etmeyi düşünmüşlerdir. bu gibi yazarlar, genelde masonlar'ı içeren uzun
listeler aktarmışlardır ki, bu da ellerinde aktarılacak listeler olduğunu ispat
eder ve bu gibi listelerde netlikle eksiklik de yoktur. diğer taraftan ananeci
tarihçilerin çoğu da mücadelenin masonik istikametini tamamen atlamışlardır. hume,
locke, adam smith gibi felsefeciler ve fransız feylesoflardan yeterince
yararlanılmış, fakat bu gibi düşünürlere yol gösteren, düşünceleri için bir tür
meşime içindeki sıvı gibi hareket eden ve bu tür düşüncelere popülerlik
kazandıran masonik etraf hoşlanmıştır.
gerçekte, masonik bir entrika yoktu. bağımsızlık bildirgesini imza atan 56
kişiden sadece dokuzu, netlikle mason olarak nitelendirilebilirken, diğer
10'unun yalnızca mason olma ihtimali vardı. sömürge silahlı gücündeki karargah
subaylarının 74'ünden 33'ü, vesikaların ortaya koyduğuna göre mason'du.
masonların, bir kaide olarak aza olmayan meslektaşlarından daha elit,
olayların gidişatını görmede daha ileri görüşlü olduklarını kabul etmek
gerekir. hem de evvelce tertip eden büyük tasarımlara karşı verilecek her tür
kararda bile birlikte çalışıyorlardı. böyle davranmamak onlar için imkansızdı.
amerikan bağımsızlığının doruğa yükselmesindeki hareket, gerçekte doğaçlamanın
kararlı ve devam eden uygulaması ve bugünkü deyimle bir tür kendine has 'hasar kontrolü'
niteliğindeydi. beklenmeyen oldu bittilere göğüs gerilecek, bunlar kabul
edilecek, sınırlanacak ve bir sonraki oldu bittiler, yeni bir hazırlıksız
yapılmış uyum ve derleme dizisi dikte ettirene kadar aynı anda bir basamak daha
ileride kullanılacaktı. bu sürecin tümünde, masonluk sınırlayıcı ve yatıştırıcı
hareket etme eğiliminde olmuştur. 1775'te birtakım aşırı kökten, ingiltere ile
bağlan tamamen kesmek için kışkırtıcılık yapmaktaydı. yine de bir mason olarak,
bunker hill'teki sömürge askerlerinin sonraki komutanı general joseph warren,
bugün ulster birliği yanlıları, olanları sezinleyen deklarasyonlar yayınlamakta
ve meclis'te alan okumakla birlikte tahta bağlı olduğunu bildirmekteydi.
washington da aynı vaziyetteydi; hem de bağımsızlık bildirgesi'nden bir yıl
sonra 1777 aralık ayında franklin, savaşın hızlandırılmasına kapı aralayan
vaziyetler düzeltilirse, tüm bağımsızlık düşüncelerinin ayrılınmasına
hazırlanıyordu.
böylelikle 'masonik komplolardan söz etmek ahmakça olduğu kadar tamamen
masonluğa indirgemek de ahmakça olur. nihayetinde masonluğun yaydığı düşünce
akımlarının masonluğun kendisinden daha can alıcı ve daha yaygın olduğunu ispat
eder. savaştan ortaya çıkan cumhuriyet mübalağa etmesiz bir 'masonik
cumhuriyet' değildi. masonik idealler için masonlar tarafından masonlar için
heyetmiş bir cumhuriyet de değildi. ama bu idealleri somutlaştırmış, bu
ideallerden son derece etkilenmiş ve bu ideallere borçlu olmuştur. bir masonik
tarihçinin yazdığına göre: " ... masonluğun bu [amerikan] hükümetin kuruluş ve gelişmesinde
hiçbir müessesenin tesirli olamadığı kadar büyük bir tesiri olmuştur. ne genel
tarihçiler ne de masonluğun üyeleri ilk 'anayasal toplantı' günlerinden bu
yana, amerika birleşik devletleri'nin masonluğa ne kadar minnettar olduğunun ve
bir ulusun doğuşunda ve bu muasırlığın hudut taşlarının kuruluşunda ne kadar
büyük bir katılımda bulunduğunun farkında değillerdir."
Orta Çağ İspanyasının en önemli ressamı Diego Velazquez'in
1656'da yaptığı Las Meninas (Nedimeler) tablosu hakkında bilgiler.
Öncelikle o tablo: Las Meninas (Nedimeler) bize ne anlatıyor?
Resmin bulunduğu oda, ressam Velasquez'in alkazar kalesindeki stüdyosudur. Bu oda, daha önceleri dünyanın en bahtsız insanlarından birisi olan kral 4. Felipe'nin 17 yaşında ölen oğlu Baltasar'a aittir. Resimde görünen oda, 1656
yılında yani resimin yapıldığı tarihte içinde rubens'in resimleri ağırlıklı
olmak üzere bir çok resim barındırmaktadır. Tam karşıda, duvarda yukarıda asılı
duran iki resim de rubens'in çalışmalarının birer reprodüksiyonudur. Yani, oda
hayali değildir. Mekan, gerçektir. Ressamın bu resmin mekanı olarak bu odayı
seçmesi, yani kralın biricik ölen oğlunun odasını seçmesi, hayatın yani o anda
odada gerçekleşen an ile ölümün yani bir zamanlar yaşayan kralın oğlunun
ölümünün bir kesişimidir. Yaşam ve ölüm. Gerçek ve reprodüksiyon yani gerçek
olmayan.
Velasquez, hayatı
boyunca yaptığı resimlerde hiçbir zaman las meninas boyutlarında bir resim
yapmamıştır. Bu resim kendisinin yaptığı en büyük boyuttaki resimdir. Las
meninas'ta görülen kanvas ise büyük boyutlarda bir kanvastır. Daha önce
defalarca kralın ve kraliçenin resimlerini yapmış olan ressam, hiçbir
resminde kral ve kraliçeyi bu denli büyük boyutta bir kanvasta resmetmemiştir. Arkada siluetleri yani bir nevi reprodüksiyonları görülen kral ve kraliçenin
yansımalarının, velasquez'in o sırada resmini yapmakta olduğu kanvastan gelmesi
ise geometrik olarak mümkün değildir. Çünkü kanvas neredeyse 30 derece açıyla
aynaya açı yapmaktadır. İşte bu nedenlerden dolayı resimde görülen resim, las
meninas'ın kendisidir. Yani arkası bize dönük olan ve bize gösterilmeyen resim
de las meninas'ın kendisidir.
Kral ve kraliçenin
yansımalarını geometrik olarak değerlendirecek olursak, kral ve kraliçenin
aynadan yansıyabilmeleri için tam olarak kanvasın çaprazında ayakta durmaları
gerekir. Sanki resimde, kral ve kraliçe odaya aniden girmişler de o anda orada
bulunan infanta margarita, nedimeler, cüceler ve yanındaki saray korumasına bir
şeyler fısıldayan dul kadın- kendisi resmin yapıldığı tarihte yani tam olarak
1656'da kocasını kaybetmiştir- hepsi birden odaya giren kral ve kraliçeye
bakmaktadırlar. aynanın yansıması kral ve kraliçe'nin odada bulunduğunu
kanıtlar gözükse de, kral ve kraliçenin kesin olarak odanın içinde olduğunu
kanıtlayan şey de kapının başında odaya girdiği ya da çıktığı belli olmayan
kişidir. Bu kişinin adı jose nieto'dur ve kral ve kraliçenin saray erkanında
her zaman yanlarında bulunan bir kişidir. Eğer jose nieto odanın içindeyse,
kral ve kraliçe de o odada bulunur. Böylece kral ve kraliçe, odanın bizim
görmediğimiz yüzeyinde bulunmaktadırlar. Ancak geldikleri yönde odaya açılan
başka bir kapı bulunmamaktadır. Yine gerçek ve reprodüksiyon birlikte.Bir başka nokta,
kapının ardındaki boşluktur. Işığı kullanmayı çok iyi bilen ressam, nedense,
aynanın üzerindeki yansımadan odanın açılan pencerelerinden odaya sızan ışığa
kadar tüm aydınlatmayı mükemmel biçimde resmetmişken, kapının ardına kapının
kenarındaki perde dışında hiçbir şey çizmemiştir. Sanki oda, boşlukta bir yerde
salınıyormuş gibi odanın ötesini bomboş bırakmıştır. Ki bu boyutta ve ayrıntıda
yapılan bir resim için gözden kaçan bu ayrıntı, odayı gerçeğin dışında bir yere
koyar.
Ve gözlemci. Siz de
bu resme bakarken bu resme dahilsiniz. Çünkü resmin sınırları aynanın
varlığıyla birlikte odanın içinde bulunan kral ve kraliçeyle birlikte aslında
sizi de yansıtır. Aynanın ötesinde duran bizler, gerçekten var olan bu odaya,
bir resimden bakınca, aynanın öteki tarafındayızdır. Tıpkı kral ve kraliçe
gibi. Ancak bizler değil kral ve kraliçe yansır aynaya. Ancak velasquez,
resimde tam olarak resmin odak noktasına yani bize bakmaktadır. Sanki oradan
bizi içeriye çağırmaktadır.
Resimde görülen
kanvasta yer alan resmin kendisi de las meninas olduğu için, bu resim aynen
michel foucault'nun dediği gibi reprodüksiyonun reprodüksiyonudur. Aynada yer
alan kral ve kraliçenin yansımasının tıpkı velasquez'in venus'ünde olduğu gibi
blur olması, kral ve kraliçe'nin yani bir yerde iktidarın aslında sadece bir imajinasyon
olduğunu anlatır. Kanvas'ın yanında yer alan resmin içindeki nedimeler,
infanta, cüceler ve dedikoducu ikili son derece net olarak görünürken, bakış
açısının uzağında yer alan kral ve kraliçenin odadaki varlığını kesinleyen jose
nieto ve aynadaki yansımalar o derece fludur. Ancak biliyoruz ki uzakta
gördüğümüz aynanın içindeki kral ve kraliçe ve jose nieto net olsaydı, bu kez
de hemen önümüzde duran ressam ve diğerleri blur görünecekti. Ancak ressam
aynen gerçek hayatta olduğu gibi gözümüzün önünde duranı net olarak resmetmiş,
uzakta duranı bir fizik kuralını gerçekleştirir gibi olsa da blur resmetmiştir. Ancak tüm perspektifte yani evrendeki tüm objelerde blurluk bulunmaz. Her şey
aslında nettir.Bu da bir illüzyondur.