"Cesur Yeni Dünya" bizi
"Ford'dan sonra 632 yılına" götürür. Bu dünyanın cesur insanları
kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez Kuluçka ve
Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp
olduğu için, "annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak
görülür Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya
-uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes
çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."
"Cesur Yeni Dünya"nın önemi
yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek
tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda 'birey yok edilse de süren
macerasının' sağlam bir üslupta anlatılmasıyla da ilgili. Huxley, yapıtını ütopa
geleneğinin kuru anlatımının dışına çıkarıp 'iyi edebiyat' kategorisine
yükseltiyor.
Yazar: Aldous Huxley
Çevirmen: Ümit Tosun
Yayınevi : İthaki Yayınları
Cesur Yeni Dünya, 1984 ve Fahrenheit 451, 20 yüzyılın ütopik ve distopik bağımsız üçlemeleridir. Yazarlar istediği yada korktuğu gelecek yüzyılı bu eserlerde gelecek nesillere aktarmak istemişlerdir.
Distopya olarak nitelendirilen George
Orwell’ın bu şahane eseri, geçmişin aslında ne kadar da gelecekten izler
taşıdığını ortaya koyuyor. 1948’de kaleme aldığı bu eser ile Orwell, günümüz
modern dünyasına bir protesto bırakıyor. Her ne kadar kitabında 1984 yılını
tasvir etse de kitabın derinliklerinde bugünden izler de bulabilmeniz mümkün.
Bu durumda elbette ki George Orwell’ın ileri görüşlülüğü etkili.
Sovyet Rusya’ya bir eleştiri
niteliğinde olan bu kitap, günümüz siyasetinin baskısı, toplumdaki
adaletsizliği, insanların tek tipleştirilmek istenmesi, zihnin kontrolü ve
bireyselliğin yok edilmesi gibi kavramlar üzerinde de duruyor. Ütopik olduğu
kadar gerçekçi yönlere de yer veren roman, sizi yaşadığınız toplum düzeni
içerisinde de düşünmeye davet ediyor. Önlem alınmadığı takdirde nerelere
sürüklenebileceğimiz konusunda ipuçları veren bu romanı, elinizden
bırakamayacaksınız.
Modern Dünyaya Bir Protesto:
1984
Büyük Birader olarak adlandırılan
kişi ve onun denetimindeki partisi, Okyanusya yönetiminin başıdır. Okyanusya’da
Büyük Birader’in otoritesiyle, toplumda hiyerarşik bir sınıflandırma bulunur.
Topluma, tüm insani duygulardan arınmalarını emreden Büyük Birader; ülkede
aşkı, erotizmi, bireysel evliliği ve günlük tutmak gibi insani eylemleri de
yasaklamıştır. Evlilikler, tamamen devlet kontrolündedir ve amaç yalnızca
devlete hizmet edecek çocuklar yetiştirmektir. Diğer yandan, ülkedeki tüm
yazılı ve yazısız yayın organları, sadece devlete bağlıdır ve asla kendi
düşüncelerinizi ifade etmenize izin verilmez.
Çoğunluğun bu sisteme uyduğu ve
itiraz etmeksizin Büyük Birader’e saygı gösterdiği Okyanusya’da, elbette ki
sisteme karşı gelen kişiler olacaktır. Bunlardan biri de Doğruluk Bakanlığı’nda
çalışan Winston’dır. İçerisinde bulunduğu sıkışmışlık hissi, onu her şeye karşı
gelmeye itecektir. Hikayede burada başlar. Winston’ın başkaldırışı, Julia ile
olan yakınlaşması ve eylemleri sonucu başına gelenleri George Orwell, büyük bir
ustalıkla işlemiştir. Kitabın sonundaysa Winston’ın türlü işkenceler sonucu,
devlete bağlı bir vatandaşa dönüştürüldüğüne tanık oluruz.
Bunu Biliyor muydunuz?
George Orwell kitabın geçtiği yıl
olarak aslında 1980 yılını seçmiştir. Fakat kitabın tamamlanması, Orwell’ın
hastalığının da etkisiyle uzadıkça yılı, 1982 olarak değiştirmiş, sonrasında
ise 1984 yılında karar kılmıştır. Bunun nedeni ise Orwell’ın kitabın yazımını
1948 yılında tamamlamasıdır. Orwell, 1948’in son 2 rakamının yerlerini
değiştirmeye karar verir. Böylece kitap, 1984 adı ile basılır.
Askeri Güç Olarak Üstün İngilizler, Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nı Neden
Kaybetti?
1775–1783 yılları arasında Büyük Britanya ve Kuzey
Amerika'daki On Üç Koloni arasında geçen savaşı, o dönem için net bir şekilde
daha güçlü olan Britanya tarafı tam olarak nasıl kaybetti?
amerikan bağımsızlık savaşı konusunda anahtar suallerden birisi,
ingiltere'nin savaşı nasıl ve neden kaybettiğidir. savaşı ingilizler ne kadar kaybettiyse amerikalı
kolonistler de o kadar kazanmamıştı. ingiltere, savaşı sömürgecilerin
gayretlerinden bağımsızca yalnız başına kazanma imkanına sahipti, fakat
kazanmayı seçeceğine, aşağı yukarıya savsaklık sebebiyle kaybetmişti.
çoğu çarpışmada, sözgelimi fransa ve ispanya bir yanda, ingiltere, avusturya
ve birleşik eyaletler diğer yanda olmak üzere, ispanya kralı 2. charles'ın
ölümü üzerine yapılan, ancak sonuçsuz kalan savaşta, yedi sene savaşları'nda,
napoleon dönemi savaşlarında, amerikan iç savaşı'nda, fransa-prusya savaşı'nda,
çağımızın iki dünya savaşında, savaşanlardan birinin zafer veya mağlubiyeti
askeri kavramlarla izah edebilir. bunlar gibi çoğu çarpışmada tarihçiler, kimi
stratejisel ve stratejik kararlar, bazı seferberlikler, bazı muharebeler, bazı
lojistik hesaplamalar (endüstriyel imalatı ayarlamak veya savaş gücü oluşturmak
benzeri veyahut kolayca hırpalama metodu gibi bir veya ansızın fazla belirli
etken gösterebilir. yeniden tarihçiler, "bu gibi tek veya birleşik
etkenlerden rastgele biri, çarpışanların birinin başarısızlığına veya savaşa
devam etmesini imkansız kılmaya yeterlidir" demektedir. yeniden de
amerikan bağımsızlık savaşı'nda, tarihçilerin doyurucu olarak ortaya
koyabilecekleri bu gibi etkenler yoktur. hem de genelde 'neticesi belirleyici'
olarak belirtilen iki muharebe; saratoga ve yorktown muharebeleri, amerikan
ahlak kavramlarına göre 'neticesi belirleyici' sayılabilir veya belki de
geçmişte yapılan hataların farkına varılmasının ışığında kılıcın keskin iki
yanı gibi görülebilir. bu kavramlardan hiçbiri, ingiltere'nin savaşa devam
edebilme kapasitesini ne zayıflatmış ne de ciddi bir şekilde bozmuştur. savaş,
saratoga'dan sonra dört sene daha devam etmiş ve bu müddet içinde bir dizi
zafer, ingilizler'in uğradığı bozgunları yerine koymuştur. comwallis, new
york'ta abluka edildiğinde, kuzey amerika' daki ingiliz askerleri hali hazırda
tam ve eksiksiz, hali hazırda rastgele bir yerde operasyonlara devam edebilecek
şekilde yer tutmuş ve hali hazırda stratejik ve sayısal olarak avantajlı bir
pozisyondaydı. amerikan bağımsızlık savaşı'nda ne waterloo ile
karşılaştırılabilir net bir zafer, ne de gettysburg ile karşılaştırılabilir,
kaçınılmaz bir 'dönüm noktası' bulunmaktaydı. görüldüğü kadarıyla sanki herkes
yorgun düşmüş, sıkılmış, alakasını kaybetmiş ve toparlanıp yuvaya dönme
hazırlığına başlamıştı.
Orta Çağ İspanyasının en önemli ressamı Diego Velazquez'in
1656'da yaptığı Las Meninas (Nedimeler) tablosu hakkında bilgiler.
Öncelikle o tablo: Las Meninas (Nedimeler) bize ne anlatıyor?
Resmin bulunduğu oda, ressam Velasquez'in alkazar kalesindeki stüdyosudur. Bu oda, daha önceleri dünyanın en bahtsız insanlarından birisi olan kral 4. Felipe'nin 17 yaşında ölen oğlu Baltasar'a aittir. Resimde görünen oda, 1656
yılında yani resimin yapıldığı tarihte içinde rubens'in resimleri ağırlıklı
olmak üzere bir çok resim barındırmaktadır. Tam karşıda, duvarda yukarıda asılı
duran iki resim de rubens'in çalışmalarının birer reprodüksiyonudur. Yani, oda
hayali değildir. Mekan, gerçektir. Ressamın bu resmin mekanı olarak bu odayı
seçmesi, yani kralın biricik ölen oğlunun odasını seçmesi, hayatın yani o anda
odada gerçekleşen an ile ölümün yani bir zamanlar yaşayan kralın oğlunun
ölümünün bir kesişimidir. Yaşam ve ölüm. Gerçek ve reprodüksiyon yani gerçek
olmayan.
Velasquez, hayatı
boyunca yaptığı resimlerde hiçbir zaman las meninas boyutlarında bir resim
yapmamıştır. Bu resim kendisinin yaptığı en büyük boyuttaki resimdir. Las
meninas'ta görülen kanvas ise büyük boyutlarda bir kanvastır. Daha önce
defalarca kralın ve kraliçenin resimlerini yapmış olan ressam, hiçbir
resminde kral ve kraliçeyi bu denli büyük boyutta bir kanvasta resmetmemiştir. Arkada siluetleri yani bir nevi reprodüksiyonları görülen kral ve kraliçenin
yansımalarının, velasquez'in o sırada resmini yapmakta olduğu kanvastan gelmesi
ise geometrik olarak mümkün değildir. Çünkü kanvas neredeyse 30 derece açıyla
aynaya açı yapmaktadır. İşte bu nedenlerden dolayı resimde görülen resim, las
meninas'ın kendisidir. Yani arkası bize dönük olan ve bize gösterilmeyen resim
de las meninas'ın kendisidir.
Kral ve kraliçenin
yansımalarını geometrik olarak değerlendirecek olursak, kral ve kraliçenin
aynadan yansıyabilmeleri için tam olarak kanvasın çaprazında ayakta durmaları
gerekir. Sanki resimde, kral ve kraliçe odaya aniden girmişler de o anda orada
bulunan infanta margarita, nedimeler, cüceler ve yanındaki saray korumasına bir
şeyler fısıldayan dul kadın- kendisi resmin yapıldığı tarihte yani tam olarak
1656'da kocasını kaybetmiştir- hepsi birden odaya giren kral ve kraliçeye
bakmaktadırlar. aynanın yansıması kral ve kraliçe'nin odada bulunduğunu
kanıtlar gözükse de, kral ve kraliçenin kesin olarak odanın içinde olduğunu
kanıtlayan şey de kapının başında odaya girdiği ya da çıktığı belli olmayan
kişidir. Bu kişinin adı jose nieto'dur ve kral ve kraliçenin saray erkanında
her zaman yanlarında bulunan bir kişidir. Eğer jose nieto odanın içindeyse,
kral ve kraliçe de o odada bulunur. Böylece kral ve kraliçe, odanın bizim
görmediğimiz yüzeyinde bulunmaktadırlar. Ancak geldikleri yönde odaya açılan
başka bir kapı bulunmamaktadır. Yine gerçek ve reprodüksiyon birlikte.Bir başka nokta,
kapının ardındaki boşluktur. Işığı kullanmayı çok iyi bilen ressam, nedense,
aynanın üzerindeki yansımadan odanın açılan pencerelerinden odaya sızan ışığa
kadar tüm aydınlatmayı mükemmel biçimde resmetmişken, kapının ardına kapının
kenarındaki perde dışında hiçbir şey çizmemiştir. Sanki oda, boşlukta bir yerde
salınıyormuş gibi odanın ötesini bomboş bırakmıştır. Ki bu boyutta ve ayrıntıda
yapılan bir resim için gözden kaçan bu ayrıntı, odayı gerçeğin dışında bir yere
koyar.
Ve gözlemci. Siz de
bu resme bakarken bu resme dahilsiniz. Çünkü resmin sınırları aynanın
varlığıyla birlikte odanın içinde bulunan kral ve kraliçeyle birlikte aslında
sizi de yansıtır. Aynanın ötesinde duran bizler, gerçekten var olan bu odaya,
bir resimden bakınca, aynanın öteki tarafındayızdır. Tıpkı kral ve kraliçe
gibi. Ancak bizler değil kral ve kraliçe yansır aynaya. Ancak velasquez,
resimde tam olarak resmin odak noktasına yani bize bakmaktadır. Sanki oradan
bizi içeriye çağırmaktadır.
Resimde görülen
kanvasta yer alan resmin kendisi de las meninas olduğu için, bu resim aynen
michel foucault'nun dediği gibi reprodüksiyonun reprodüksiyonudur. Aynada yer
alan kral ve kraliçenin yansımasının tıpkı velasquez'in venus'ünde olduğu gibi
blur olması, kral ve kraliçe'nin yani bir yerde iktidarın aslında sadece bir imajinasyon
olduğunu anlatır. Kanvas'ın yanında yer alan resmin içindeki nedimeler,
infanta, cüceler ve dedikoducu ikili son derece net olarak görünürken, bakış
açısının uzağında yer alan kral ve kraliçenin odadaki varlığını kesinleyen jose
nieto ve aynadaki yansımalar o derece fludur. Ancak biliyoruz ki uzakta
gördüğümüz aynanın içindeki kral ve kraliçe ve jose nieto net olsaydı, bu kez
de hemen önümüzde duran ressam ve diğerleri blur görünecekti. Ancak ressam
aynen gerçek hayatta olduğu gibi gözümüzün önünde duranı net olarak resmetmiş,
uzakta duranı bir fizik kuralını gerçekleştirir gibi olsa da blur resmetmiştir. Ancak tüm perspektifte yani evrendeki tüm objelerde blurluk bulunmaz. Her şey
aslında nettir.Bu da bir illüzyondur.