Bugün sizlere simulacra isimli simülasyon oyunundan bahsedeceğim. Simulacra, 2017 yılında Kaigan Games şirketinin çıkardığı gerilim temalı bir oyun. Oyunun ana teması Anna isimli bir kız cep telefonunu kaybediyor ve biz birinci şahıs olarak bu telefonu buluyoruz. Oyun çok interaktif ve birden fazla sonu var. Yani oyunun hangi alternatif son ile biteceği bizim seçimlerimize bağlı. Oyun Android, Windows ve Ios işletim sistemlerinde oynanabilir. Şu anda ücretli fakat indirimlerde fiyatının düşmesi ya da ücretsiz olması bekleniyor.
Telefonda görselde de göreceğiniz üzere mesaj, galeri, mail, telefon, web tarayıcısı ve birden fazla sosyal medya platformu aktif olarak kullanılabiliyor. Telefondaki kişilerle irtibata geçerek, şifreleri çözerek Anna isimli kızın nerede olduğunu bulmaya ve onu kurtarmaya çalışıyoruz. Fakat dediğim gibi oyunun birçok alternatif sonu olduğu için sürprizlerle dolu. Bir spoiler vermek istiyorum. [spoiler] Oyun sonunda oyunu oynayan insanların hangi seçimleri yaptığını, sizin hangi yüzdelik kısımda bulunduğunuz gösteriyor.[spoiler]
Bu oyunun bir benzeri yine Kaigan Games isimli şirket tarafından android platformda kullanıcılara ücretsiz olarak sunuluyor. Oyunun ismi Sara Is Missing yani Sara Kayıp. Oyun dedektiflik hislerine güvenenler ve şifre kırmayı, olayları çözümlemeyi sevenler için bulunmaz bir nimet :), Oyunun kulaklıkla ve gece oynanması tavsiye ediliyor. Gerilim ve kan içeriğinden dolayı 16 yaşından küçüklerin oynamasını tavsiye etmiyorum.
Nuri Demirağ, Türkiye'ye
birçok ilkleri getiren işadamı olarak bilinir. Nuri Demirağ'a soyadı
Atatürk tarafında verilmiştir. Peki Nuri Demirağ kimdir?
Nuri Demirağ, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları inşaatının ilk müteahhitlerindendir. Türkiye'nin 10 bin km’lik demiryolu ağının 1250 km'lik bölümünün inşasını gerçekleştirmiş ve Nuri Demirağ’a bu nedenle kendisine Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Demirağ” soyadı verilmiştir. Cumhuriyet döneminin sayılı zenginleri arasına girmiş ve hayırseverliği ile tanınmış bir iş adamıdır.
Nuri Demirağ, Türkiye'de ilk uçak fabrikasının kuruluşu, ilk sigara kağıdı üretimi, ilk yerli paraşüt üretimi gibi ilkleri gerçekleştiren, İstanbul Boğazı üzerine köprü yapılması, Keban'a büyük bir baraj yapılması düşüncelerini ilk kez gündeme getiren kişidir. Özellikle havacılık sanayisinde başarıları ile anılır. Aynı zamanda Nuri Demirağ, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk muhalafet partisi olan Milli Kalkınma Partisi'nin kurucusudur.
Hayatı
Nuri Demirağ, 1886 yılında, Sivas’ın Divriği ilçesinde dünyaya geldi. Babası Mühürzade Ömer Bey, annesi Ayşe Hanım'dır. Üç yaşında iken babasını kaybetti, annesi tarafından büyütüldü.
Nuri Demirağ, ortaöğrenimini Divriği Rüştiye Mektebi'nde tamamladıktan sonra okuldaki başarısı nedeniyle öğretmen yardımcısı olarak bir süre kendi okulunda görev yaptı. 1903'de Ziraat Bankası'nın açtığı memurluk sınavını kazanarak Kangal kazasındaki şubeye, bir yıl sonra ise Koçgiri Şubesi'ne atandı. 1906-1909 arasında Erzurum vilayetinde kıtlık yaşanmıştı. Nuri Bey, 1909’da, depolarda bırakılan buğday ve tahılları kişisel inisiyatifini kullanarak halka uygun bedelle sattı. Bu yüzden hakkında soruşturma açıldı ve aklandı.
Nuri Demirağ, 1910'da Maliye Bakanlığı'nın sınavını kazandı ve maliye memuru oldu. Beyoğlu Gelirler Müdürlüğü'nde memur olarak İstanbul'a atanmıştı. Kısa süre sonra Hasköy Mal Müdürü oldu. Maliyenin her kademesinde çalıştı. Bir yandan da Maliye Mekteb-i Alisi'nde gece derslerine katılarak yüksek öğrenimini yaptı. 1918'de maliye müfettişi oldu. Beyoğlu ve Galata dolaylarında görev yaparken I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış bir devletin memuru olarak bazı hakaretlere maruz kalmıştı. Bu hakaretleri sindiremediği için istifa etti.
Mesude Hanım ile evlenen Mehmet Nuri Bey'in bu evlilikten Galip ve Kayı Alp adlı iki oğlu, Mefkure, Şukufe, Süveyda, Süheyla, Gülbahar ve Turan Melek adlarında kızları dünyaya geldi. Karikatürist Salih Memecan’ın eşi AK Parti milletvekili Nursuna Memecan torunudur.
İlk Türk Sigara Kağıdı
Maliye müfettişliğini bıraktıktan sonra ticaret yapmanın yollarını arayan Nuri Bey, 1918’de, yabancıların tekelinde olan sigara kağıdı işine girdi. Eminönü'de küçük bir dükkânda ilk Türk sigara kağıdı yapımını başlattı. Ürettiği sigara kağıdına “Türk Zaferi” adını verdi. Türk Zaferi sigara kâğıtları Kurtuluş Savaşı vermekte olan Türk halkı tarafından büyük ilgi gördü. Nuri Bey, bu ilk girişiminden büyük kazanç elde etti.
Demiryolu İnşaatı
Kurtuluş Savaşı'ndan bağımsız bir devlet olarak çıkan Türkiye Cumhuriyeti, ülkenin ulaşım sorununa demiryolları ile el atmıştı; amaç, en kısa sürede demiryolu ağını genişletmekti. 1926'da Samsun-Sivas demiryolu yapımını üstlenen Fransız şirketi işi bırakınca ilk etapta yapılacak yedi kilometrelik kısım için açılan ihaleye giren Mehmet Nuri Bey, çok düşük bir fiyat vererek ihaleyi aldı. İşin geri kalan kısmı da denemek üzere kendisine verildi. Tapu dairesinde mühendis olan kardeşi Abdurrahman Naci Bey'i de memuriyetinden istifa ettirip kendisine ortak yapan Mehmet Nuri Bey artık Türkiye Cumhuriyetinin ilk demiryolu müteahhidi olmuştu. Kardeşi ile birlikte çalışarak Samsun-Erzurum, Sivas-Erzurum ve Afyon-Dinar hattını 1012 kilometrelik demiryolunu bir yıl gibi kısa bir sürede tamamladı. Çok dağlık ve kayalık arazide balyozlarla dağları delerek tünel açmak zorunda kalmalarına rağmen işlerini zamanında tamamladılar. Başarılarından ötürü 1934 yılında Atatürk kendisine ve kardeşi Abdurrahman Naci Bey'e Demirağ soyadını verdi.
Boğaz Köprüsü Projesi
1931 yılında İstanbul Boğazı'na köprü inşası projesini başlattı. Yurtdışından uzmanlar getirerek incelemeler yaptırdı; San Francisco'daki Golden Gate Köprüsü ile aynı sistemde bir köprü inşa etmeleri için Golden Gate'i inşa eden firmayla anlaştı. Tüm hazırlıkları bitmiş olan projeyi 1934'te cumhurbaşkanı Atatürk'e sundu. Cumhurbaşkanı tarafından beğenilse de proje hükümetten onay alamadı ve proje gerçekleşmedi. Bu, Nuri Demirağ'da çok büyük bir hayalkırıklığı yarattı.
Uçak fabrikası ve Gök Okulu
“Avrupa’dan, Amerika’dan lisanslar alıp uçak yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit geçirilecektir. Şu halde Avrupa’dan ve Amerika’nın son sistem tayyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücuda getirilmelidir.”
Devrin en zengin iş adamı olan Nuri Demirağ, 1936 yılında devletin ilk uçak fabrikasına kurma girişimine başladı. O yıllarda ordunun uçak ihtiyacı halktan ve zengin işadamlarından toplanan bağışlarla karşılanmaktaydı. Kendisinden uçak satın almak için başlatılan bir bağış kampanyasına katılması istendiğinde “Benden bu millet için bir șey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Mademki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim.” sözleriyle karşılık vermişti.
Nuri Demirağ, fabrikayı memleketi Divriği'de kurmayı planlamıştı. Ancak öncelikle İstanbul'da bir deneme atölyesi kurulacaktı. Bu amaçla Çekoslovak bir şirketle anlaştı. İstanbul'da Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi'nin yanında atölye binası inşa edildi (Deniz Müzesi'nin solunda bulunan büyük sarı bina). Deneme uçuşlarını yapabilmek için Yeşilköy'deki Elmaspaşa Çiftliği'ni satın aldı ve üzerinde büyük bir uçuş sahası, hangarlar ve uçak tamir atöleysi yaptırdı. Uçuş sahası, Avrupa'nın en büyük havalimanı olan Amsterdam Havalimanı büyüklüğünde idi. Bu alan, günümüzde Uluslararası İstanbul Atatürk Havalimanı olarak kullanılır.
Uçakları kullanacak Türk pilotların yetişmesi için bir havacılık okulu kurmak gerekiyordu. Pistin bulunduğu arazide Gök Okulu kuruldu. Okul, 1943 yılında kadar 290 pilot yetiştirdi. Yeşilköy'deki Gök Okulu'ndan önce Divriği'de de bir Gök Ortaokulu açtı. Sivas'ın hiçbir ilçesinde ortaokul yokken açılmış bu okulda öğrencilerin tüm masrafları karşılanıyor; öğrenciler havacılığa özenmeleri için İstanbul'a getirtilip uçuş dersleri veriliyordu.
Beşiktaş'taki uçak fabrikasında üretilecek uçak ve planörlerin planını Türkiye'nin ilk uçak mühendislerinden Selahattin Reşit Alan çizdi. 1936'da ilk tek motorlu uçak üretildi ve Nu.D-36 adı verildi. 1938'de Nu.D-38 adlı çift motorlu 6 kişilik yolcu uçağı yapıldı. NuD-38, 1944 yılında dünya havacılığı yolcu uçakları A sınıfına alındı. İlk uçak siparişini 1938 yılında Türk Hava Kurumu (THK) verdi.
Nuri Demirağ, havacılık alanında çalışmalarına 1939'da Türkiye'nin ilk yerli paraşüt üretimini gerçekleştirerek devam etti. 1941'de tamamen Türk yapımı ilk uçak İstanbul'dan Divriği'ye uçtu. Nuri Demirağ'ın oğlu ve Gök Okulu'nun ilk mezunlarından olan Galip Demirağ, bu uçuşta pilot idi.
THK tarafından sipariş edilen 65 planör kısa sürede teslim edildikten sonra; NuD-36 adlı 24 eğitim uçağı tamamlanmış, deneme uçuşları İstanbul'da gerçekleşmişti.
Uçak Fabrikasının Kapanması
THK'nın siparişi olan ve son olarak İstanbul'dan Eskişehir'e uçan uçakların teslimi için Eskişehir'de bir kez daha test uçuşu yapılması talep edilmiştir. Selahatin Reşit Alan, 1938’de Nu.D-36 uçağıyla iniş yaparken, çevredeki hayvanlar hava alanına girmesin diye pistte açılan hendeği görmez ve hendeğe düşer. Reşit Alan bu kazada vefat eder. Bu kazadan sonra THK siparişi iptal etti. Nuri Demirağ, mahkemeye verdiği THK ile yıllar süren bir mahkeme sürecine girdi. Mahkeme THK lehine sonuçlandı. Ayrıca uçakların yurt dışına satılamaması için bir de kanun çıkartılır. Bu yüzden sipariş alamayan fabrika 1950’li yıllarda kapanır. Beşiktaş’ta üretilen uçakların uçuş deneme testleri ve gök okulu için yapılan pistler, hangarlar, üzerlerindeki bütün yapılı binalar o yıllarda dünyanın en büyük havalimanı Amsterdam Havalimanı büyüklüğündaki bütün kurulu tesisler istimlak edildi. Bu havalimanı günümüzdeki Atatürk Havalimanı’dır.
İspanya, İran ve Irak'tan alınan siparişler engellendi; elde kalan uçaklar hurdacıya satıldı. Nuri Demirağ'ın davayı kaybettikten sonra hükümet üyeleri ve cumhurbaşkanına mektuplar yazarak yanlışlığın düzeltilmesi için yaptığı girişimler başarısız oldu; fabrika tekrar açılamadı.
Manfred von Richthofen (doğumu. 2 Mayıs 1892; Breslau, Schlesien - ölümü. 21 Nisan 1918; Vaux-sur-Somme Somme, Amiens), I. Dünya Savaşı'nda 80'den fazla düşman uçağı düşüren ünlü Alman pilot. Nam-ı diğer:Fransa'da Le petit rouge (Küçük Kızıl) veya Diable Rouge (Kızıl Şeytan), Birleşik Krallık'ta Red Knight (Kızıl Şövalye) veya Red Baron (Kızıl Baron).
Hayatı
Richthofen I. Dünya Savaşı başlarında Alman süvari birliklerinde bir sene görev yapmıştır. Daha sonra iki kişilik uçaklarda pilotlara yön buluculuk görevi üstlenmiş olan Manfred von Richthofen, ilerleyen yıllarda pilot olmuş, hayatını kaybedene kadar 80'den fazla uçak düşürerek bir efsaneye imza atmıştır. Düşürdüğü uçakların bir kısmı iki kişilik, bir kısmı ise tek kişilik olduğu için öldürdüğü düşman sayısı tam olarak bilinmemektedir.
Hocası Oswald Boelcke'nin taktiklerini geliştirerek kendi uçuş gurubuna da öğretmeyi başarmıştır. Günlüğünde yazdığına göre bir gün can sıkıntısından uçağını kırmızıya boyamış ve bu renk sayesinde farkında olmadan düşman pilotlar üzerinde psikolojik baskı kurmuştur. Kırmızı uçağı sayesinde düşmanları çok uzak mesafelerden bile onu teşhis edebilmiş, hatta aralarında savaşmadan kaçanlar bile olmuştur. Karşılaştığı düşman uçaklarını önce düelloya davet eder, adil bir çarpışmadan sonra düşürürdü. Bu yüzden düşmanları tarafından nefret edilmekten çok saygı duyulmuş ve korkulmuştur. Hatta öyle ki, bazı pilotların onunla çarpışmaktansa uçaklarını yere çakıp intihar ettiği öne sürülür. Richtofen soylu bir aileden geliyordu. Kırmızı renkli Fokker DR 1 uçağı nedeniyle Kızıl Baron ünvanını almıştı.
Ölümü
21 Nisan 1918 günü sabah saat 10:30 civarında uçaksavar bataryalarından açılan ateş sonucu vurulmasına rağmen uçağını yere indirmeyi başarmıştır. Kızıl Baron'u kimin öldürdüğüne dair tartışmalar halen sürmektedir. Ölümünden sonra Fransada "düşmanları" tarafından tam ve eksiksiz bir askeri törenle gömülmüş, 1925 yılında Almanya'ya naklinden sonra tekrar askeri törenle toprağa verilmiştir. Kamuoyunda gözünü kan bürümüş, cani bir katil olarak görülmemiş aksine kendisine centilmen, asil, sportmen, adil, mükemmel bir savaşçı, tam bir "yiğit" gözüyle bakılmıştır.
Öldüğünde yirmi altı yaşındaydı. "Kızıl Baron"u, adına 1970'de bir de kahramanlık filmi bile çekilen Kanadalı pilot Roy Brown'mu, yoksa yerden havaya ateş açan ve uçağı düşürdüğü daha muhtemel 1925 yılında sokaklarda açlık ve sefalet içinde ölen Avustralyalı er William John "Snowy" Evans (c. 1891-1925) 'mı düşürmüştür orası halen belli değildir. Richtofen soylu bir aileden geldiği ve uçağının kırmızı renkli Fokker Dr.I olması nedeniyle Kızıl Baron adını almıştı, öldüğü zaman 26 yaşındaydı.
Düşürdüğü Uçaklar
17 Eylül 1916, FE 2b, Cambrai civarı 23 Eylül 1916, Martinsyde G 100 Somme Nehri 30 Eylül 1916, FE 2b, Fremicourt 7 Ekim 1916, BE 12, Equancourt 10 Ekim 1916, BE 12, Ypres 16 Ekim 1916, BE 12, Ypres civarı 3 Kasım 1916, FE 2b, Loupart Ormanı 9 Kasım 1916, Be 2c, Beugny 20 Kasım 1916, BE 12, Geudecourt 20 Kasım 1916, FE 2b, Geudecourt 23 Kasım 1916, DH 2, Bapaume 11 Aralık 1916, DH 2, Mercatel 20 Aralık 1916, DH 2, Moncy-le-Preux 20 Aralık 1916, FE 2b, Moreuil 27 Aralık 1916, FE 2b, Ficheux 4 Ocak 1917, Sopwith Pup, Metz-en-Coutre 23 Ocak 1917, FE 8, Lens 24 Ocak 1917, FE 2b, Vitry 1 Şubat 1917, BE 2e, Thelus 14 Şubat 1917, BE 2d, Loos 14 Şubat 1917, BE 2d, Mazingarbe 4 Mart 1917, Sopwith 1 1/2 Strutter, Acheville 4 Mart 1917, BE 2d, Loos 3 Mart 1917, BE 2c, Souchez 9 Mart 1917, DH 2, Bailleul 11 Mart 1917, BE 2d, Vimy 17 Mart 1917, FE 2b, Oppy 17 Mart 1917, BE 2c, Vimy 21 Mart 1917, BE 2c, La Neuville 24 Mart 1917, Spad VII, Givenchy 25 Mart 1917, Nieuport 17, Tilloy 2 Nisan 1917, BE 2d, Farbus 2 Nisan 1917, Sopwith 1 1/2 Strutter, Givenchy 3 Nisan 1917, FE 2d, Lens 5 Nisan 1917, Bristol Fighter F 2a, Lembras 5 Nisan 1917, Bristol Fighter F 2a, Quincy 7 Nisan 1917, Nieuport 17, Mercatel 8 Nisan 1917, Sopwith 1 1/2 Strutter, Farbus 8 Nisan 1917, BE 2e, Vimy 11 Nisan 1917, BE 2c, Willervall 13 Nisan 1917, RE 8, Vitry 13 Nisan 1917, FE 2b, Monchy 13 Nisan 1917, FE 2b, Henin 14 Nisan 1917, Nieuport 17, Bernard Ormanı 16 Nisan 1917, BE 2c, Bailleul 22 Nisan 1917, FE 2b, Lagnicourt 23 Nisan 1917, BE 2e, Mericourt 28 Nisan 1917, BE 2e, Pelves 29 Nisan 1917, Spad VII, Lecluse 29 Nisan 1917, FE 2b, Inchy 29 Nisan 1917, BE 2d, Roeux 29 Nisan 1917, Nieuport 17, Billy-Montigny 18 Haziran 1917, RE 8, Strugwe 23 Haziran 1917, Spad, VII Ypres 26 Haziran 1917, RE 8, Keilbergmelen 25 Haziran 1917, RE 8, Le Bizet 2 Temmuz 1917, RE 8, Deulemont 16 Ağustos 1917, Nieuport 17, Houthulster Wald 26 Ağustos 1917, Spad VII, Poelcapelle 2 Eylül 1917, RE 8, Zonebeke 3 Eylül 1917, Sopwith Pup, Bousbecque 23 Kasım 1917, DH 5, Bourlon Ormanı 30 Kasım 1917, SE 5a, Moevres 12 Mart 1918, Bristol Fighter F 2b, Nauroy 13 Mart 1918, Sopwith Camel, Gonnelieu 18 Mart 1918, Sopwith Camel, Andigny 24 Mart 1918, SE 5a, Combles 25 Mart 1918, Sopwith Camel, Contalmaison 26 Mart 1918, Sopwith Camel, Contalmaison 26 Mart 1918, RE 8, Albert 27 Mart 1918, Sopwith Camel, Aveluy 27 Mart 1918, Bristol Fighter F 2b, Foucacourt 27 Mart 1918, Bristol Fighter F 2b, Chuignolles 28 Mart 1918, Armstrong Whitworth FK 8, Mericourt 2 Nisan 1918, FE 8, Moreuil 6 Nisan 1918, Sopwith Camel, Villers-Bretonneux 7 Nisan 1918, SE 5a, Hangard 7 Nisan 1918, Spad VI,I Villers-Bretonneux 20 Nisan 1918, Sopwith Camel, Bois-de-Hamel 20 Nisan 1918, Sopwith Camel, Villers-Bretonneux
Gerçek adı Ebulfez
Aliyev olan Elçibey Nahçıvan’ın Keleki köyünde
doğdu. Babası İran Azerbaycanı'ndan Kadirkulu Bey ve annesi Anadolu'da doğup
Keleki'ye göç etmiş Mehrinisa Hanım'dır. Babası 1943 yılında II. Dünya
Savaşı'na katılmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. İlköğrenimini
ve liseyi Nahçıvan'da zor şartlar altında tamamlamıştır.
1957-1962 yılları
arasında Azerbaycan Devlet Üniversitesi Doğu Dilleri Enstitüsü, Arapça
bölümünde okumuştur. Öğrencilik yıllarında Azerbaycan tarihini ve Azerbaycan
devrim tarihini öğreten dernekler kurmuştur. 1963-1964'te Mısır'da
tercüman olarak çalışmıştı. 1970'lerde ise ülkesinin bağımsızlığı için
çalışmaya başladı. Bu yüzden 1975'de 'milliyetçilik suçu'ndan bir buçuk yıl
hapis yattı.
Azerbaycan'ın Rus
İmparatorluğu içinde bir sömürge olduğuna ve elbet bir gün bağımsız, demokratik
bir cumhuriyet olacağına inanmıştır. Kendisini "Ben Atatürk'ün
esgeriyim" diye tabir etmiş ve Atatürk'ten, Gandhi'den ve 1918-1920
yıllarında kurulmuş Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin kurucusu Mehmet Emin
Resulzade'den etkilenmiştir. Kuzey ve Güney Azerbaycan'ın mutlaka birleşmesi ve
Dağıstan'a, Gürcistan'a ve Ermenistan'a verilen "Türk toprakları"'nın
tekrar Azerbaycan'a geri verilmesini savunmuştur. "Turan'ın yolu birleşik
Azerbaycan'dan geçer" diyordu.
Azerbaycan'ın
bağımsızlık mücadelesinin içinde yer alan Elçibey, 1975'te siyasi faaliyetleri
nedeniyle 1 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. KGB zindanlarında ve taş
ocaklarında ağır şartlar altında kaldı. Serbest kaldıktan sonra, 1977'den
itibaren, Azerbaycan Ulusal Bilimler Akademisi'nde el yazmaları enstitüsünde
görev yaptı. Görevi sırasında da bağımsızlık çalışmalarına devam etmiştir. 1989'da
Azerbaycan Halk Cephesi'ni kurdu ve başkanı seçildi. Elçibey Dağlık
Karabağ'daki Ermeni ayrılıkçılığına yol vermemek ve Azerbaycan'ın Sovyetler'den
bağımsızlığını kazanması için çalışmış ve 1991’de SSCB’nin dağılması ile
bağımsızlığını kazanan Azerbaycan’ın 7 Haziran 1992’de ikinci cumhurbaşkanı
olarak seçilmiştir.
Cephedeki yanlış
uygulamalardan ve yenilgilerden ötürü cephe komutanı Suret Hüseynov'u görevden
almıştır. Fakat Rusya'nın Azerbaycan'ı terk ederken silahlarını Suret
Hüseynov'a vermesinden sonra, Suret Hüseynov Azerbaycan'ın 2. büyük şehri
Gence'de Haziran 1993’te ayaklanma başlatmıştır. Elçibey yardım için Haydar
Aliyev’i Nahçıvan’dan Bakü’ye davet etti. Fakat Haydar Aliyev, Bakü'ye
geldikten sonra Süret Hüseynov'u destekledi ve göstericilerin Bakü’ye yürümesi
karşısında Elçibey halktan destek alamadı. Millî istihbaratın verdiği bilgiyi
kullanarak kendisine karşı suikastın üstünü açmış ve iç savaşa yol vermemek
için Haydar Aliyev ile konuşarak uçakla doğum yeri olan Nahçıvan’ın Keleki
köyüne gitmiştir. 2 hafta sonra geri dönmeye çalışmasına rağmen şahsi koruması
tarafından uçağı kurşunlanmış ve Nahçıvan'dan çıkış yolu kapalı kalmıştır.
Ardından 4 yıl Keleki'nin abluka altında olması sebebiyle oradan ayrılamamış ve
4 yıl 4 aydan sonra Bakü'ye gelebilmiştir. Bu gelişmeler üzerine
cumhurbaşkanlığı yetkileri Haydar Aliyev’e devredilmiştir. Ağustos 1993’te
referandum ile Elçibey'in görevi resmen geri alınmış ve Ekim ayındaki
seçimlerde Haydar Aliyev %99 oyla cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Elçibey tam 4 yıl 4
ay sonra Bakü'ye geri dönüp, Azerbaycan muhalefetine katılmıştır. Bütün
Azerbaycan Birliği'ni kurarak çalışmalarını Kuzey ile Güney Azerbaycan'ın
birleşmesi üzerine yoğunlaştırmıştır. Elçibey 22 Ağustos
2000’de 62 yaşında prostat kanseri nedeniyle tedavi gördüğü Ankara'da hayatını
kaybetmiştir.
Defin törenine sekiz
yüz bin kişi katılmış ayrıca Haydar Aliyev'in törene geldiği an halk "En
büyük Elçibey, başka büyük yok!" tarzında protesto sloganlarıyla
karşılamışlardır. Bunun üzerine Haydar Aliyev bir süre sonra salonu terk etmek
zorunda kalmıştır.
"Dur yolcu! Bilmeden
gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, bir vatan kalbinin attığı yerdir."...
Çanakkale Savaşı
Çanakkale Savaşı , I.
Dünya Savaşı sırasında 1915–1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda
Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara
muharebeleridir. İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti
İstanbul'u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek,
Rusya'yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent
İstanbul′u zapt etmek suretiyle Almanya′nın müttefiklerinden birini savaş dışı
bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak
Çanakkale Boğazı'nı seçmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri
çekilmek zorunda kalmışlardır. Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok
ağır kayıplar vermiştir.
Osmanlı
İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan ettiği 1 Ağustos 1914'ün hemen
ertesi günü, Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma,
imparatorluğun eninde sonunda Almanya'nın ana gücünü oluşturduğu İttifak
Devletleri safında fiilen savaşa gireceği anlamına gelmektedir. Enver Paşa,
fiilen savaşa girmeyi, seferberliğin tamamlanmamış olması ve Çanakkale Boğazı
savunmasının tamamlanmaması gibi gerekçelerle ertelemeye çalışmıştır. Ancak
Almanya, bir an önce savaşa fiilen girilmesi için baskılarını sürdürmüştür. Bu
baskılar, Akdeniz'de Britanya donanması önünden çekilen Goeben ve Breslau savaş
gemilerinin İstanbul'a gelmesiyle bir oldubittiye getirilmişti. Daha sonra
Osmanlı Donanması'na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz'e açılan bu gemiler 27
Ekim 1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı
İmparatorluğu'na savaş ilan etmiştir.
Birleşik Krallık
Savaş Konseyi sektereri Albay Hankey Winston Churchill 'in de desteğiyle, 1914
yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı'nın donanmayla geçilerek İstanbul'un
işgalini öngören bir planı savaş konseyine sunmuştur. Plan, çeşitli evrelerden
geçerek uygulamaya kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir
donanmanın Boğaz'a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı.
Özellikle 19 Şubat 1915 ve 25 Şubat 1915 bombardımanları sonucu Müstahkem Mevki
Komutanı Cevat Çobanlı giriş tabyalarının geri hatta çekilmesi emrini
uygulatmıştır. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak
Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekatından vazgeçmek zorunda
kalındı.
Deniz harekatıyla
İstanbul'a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekatıyla Çanakkale
Boğazı'ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme
getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan Britanya ve Fransa kuvvetleri 25
Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası'nın güneyinde beş noktada karaya
çıkarılmıştır. Britanya ve Fransa çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir
ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı
kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar
sonucunda Gelibolu Yarımadası'nı işgalde başarılı olamadılar. Bunun üzerine
sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu'nun kuzeyinde Suvla Koyu'na 6
Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9
Ağustos'ta Kurmay Albay Mustafa Kemal'in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak
bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına
sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün
Kocaçimentepe – Conk Bayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti,
bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. Britanya ve Anzak kuvvetlerinin
İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı
savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve
Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye
etmiştir.
("Çanakkale'de İtilaf Devletierinin hesaplayamadığı tek şey, genç bir subay olan Mustafa Kemal Atatürk idi.")
(Ocean zırhlısını sulara gömen kahraman Seyid Onbaşı)
(İngiliz zırhlılarına cehennemi yaşatan mayınların denize bırakıldığı sessiz kahraman Nusret mayın gemisi)
Bir Yolcuya
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
Necmettin Halil Onan
Bize bu cennet Vatanı bırakan başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere tüm aziz sehitlerimize sonsuz saygıyla18 Mart Çanakkale Zaferimiz kutlu olsun.
Erwin Johannes Eugen
Rommel (15 Kasım 1891, Stuttgart – 14 Ekim 1944, Ulm), II. Dünya Savaşı
sırasında Alman Afrika Kolordusu komutanlığını da yapmış olan sıra dışı
mareşal. Kuzey Afrika'da İngiliz birliklerine karşı kazandığı başarılar
nedeniyle "Çöl Tilkisi" lakabıyla anıldı. Sadece askeri başarılarıyla
değil rakiplerine karşı olan şövalyevari tutumuyla da hatırlanır.
Rommel, Ulm'un 33 km kuzeyindeki Heidenheim
kentinde doğdu. On dört yaşındayken bir arkadaşıyla birlikte tam ölçekte bir
planör yapmayı başardılar. Genç Erwin'in mühendis olma düşüncesine karşın 1910
yılında babasının ısrarıyla 124'üncü Württemberg Piyade Alayına subay adayı
olarak katıldı ve kısa süre sonra da Danzig'teki Subay Hazırlama Okuluna gönderildi.
Kasım 1911'de okuldan mezun olarak Ocak 1912'de Teğmenliğe atandı.
Fransa 1940
1940'ta Fransa'nın
işgalin başlamasından sadece üç ay önce 7. Panzer Tümeni'nin komutanlığına
atanmıştı. Bu tümen daha sonra "Hayalet Tümen" (Gespenster-Division)
olarak bilinecektir. O kadar süratli ve şaşırtıcı hareket ediyordu ki Alman
yüksek komutası bile zaman zaman tümenin konumunu haritalar üzerinde
işaretleyemiyor, tümenle iletişim kuramıyordu.
Bu, Rommel'in ilk
zırhlı birliği deneyimiydi fakat bu görevde ne kadar yetenekli olduğunu
gösterdi ve Arras'ta, İngiliz Yurtdışı Sefer Kuvveti'nin karşı saldırısını
başarılı bir şekilde püskürttü. Meuse Nehri'ni geçen ilk birlik Rommel'in
birliğiydi. 7. Panzer Tümeni Manş Denizi'ne ilk ulaşan Alman birliklerinden
biriydi (10 Haziran'da) ve hayati öneme haiz Cherbourg limanını ele geçirdi (19
Haziran). Ödül olarak Rommel terfi ettirildi ve 5. Hafif Tümen (daha sonra 21.
Panzer Tümenine dönüştürüldü) ve 15. Panzer Tümeni'nin komutanlığına atandı ki
bu tümen 1941 başlarında yenik ve demoralize İtalyanlar'a yardım etmek için
Libya'ya konuşlandırıldı ve Alman Afrika Kolordusu (Deutsches Afrika Korps)
oluşturdu. Afrika, Rommel'in komutan olarak en büyük ününü kazandığı yer oldu.
Afrika 1941-1943
Rommel, 1941 yılının
büyük kısmını kendi organizasyonunu oluşturmak ve Tuğgeneral Richard O'Connor
komutasındaki İngiliz kuvvetlerine karşı bir dizi mağlubiyet alarak dağılmış
olan İtalyan birliklerini toparlamakla geçirdi. Aslen buradaki savunmaya yardım
amacıyla gönderilen Rommel kendinden birkaç kat üstün İngiliz kuvvetleri önüne
katmış ve El Alamein'e kadar kovalamıştır. Kendisine ünlü Çöl Tilkisi (Desert
Fox) lakabı da bu yaptıklarından sonra takılmıştır.
Pek çok şaşırtmaca
kullanmıştır. Bunlardan bazıları; tankların ve araçların arkasına çalı çırpı
bağlatarak tozu dumana katmasıdır, ki bunu gören İngilizler çok büyük bir gücün
kendilerine saldırdığını sanarak geri çekilmişlerdir. 88'lik topların yarısını
toprağa gömdürmüş, yaklaşan İngilizlere acı bir sürpriz yaşatmıştır. Mayın
dedektörlerini yanıltmak için her mayının yanına konserve kutuları
gömdürmüştür. Bazen araçları tahtadan tank haline getirip, şaşırtmaca da
kullanmıştır.
Başarılı bir
saldırıyla İngiliz birlikleri Libya'nın dışına çıkarıldı ancak Mısır'a az bir
mesafede saldırı tükendi ve çok önemli Tobruk limanı kuşatılmış olduğu hâlde
Avustralyalı general Leslie Morshead komutasındaki Müttefik kuvvetlerinin
elinde kaldı. Müttefik Kuvvetler Komutanı General Archibald Wavell'in kuşatmayı
kırmak amacıyla yaptığı iki saldırı (Brevity Harekatı ve Savaş Baltası
Harekatı) başarısızlıkla sonuçlandı. Pahalıya mal olan
Savaş Baltası Harekatı'nın başarısızlığı sonrası Wavell'ın yerine Hindistan
İngiliz Birlikleri Komutanı General Claude Auchinleck atandı. Auchinleck,
Tobruk'u kurtarmak için 18 Kasım 1941 tarihinde büyük bir taarruz başlattı
(Haçlı Harekatı) ve başarılı da oldu.
Crusader, Rommel için
bir bozgun olmuştur, 7 Aralık 1941 günü tüm birliklerine geri çekilme emri
verecektir. Alman ve İtalyan birliklerinin Tobruk civarından çekilmekte
olduklarını gören Auchinleck, başarıyı genişletmek amacıyla bu birlikleri
izlemeye karar verecektir. Birlikleri düzenli bir biçimde çekilmekte olan
Rommel, 20 Ocak 1942 tarihinde birliklerini geri çevirerek kendilerini izleyen
müttefik kuvvetlerine bir karşı taarruz düzenler. İngiliz kuvvetleri, bu
beklenmedik saldırı karşısında Tobruk'a geri çekilerek savunma pozisyonu almak
zorunda kalmışlardır.
Klasik bir Yıldırım
savaşı taktiği ile Rommel, 24 Mayıs 1942 günü taarruza geçerek, Gazzala'da
İngiliz kuvvetlerini kanadının dışından dolanan bir çevirme harekatına
girişmiştir. Bu çevirme harekatı, Bir-Hakem'deki kuvvetli birliklerini,
pozisyonlarını savunamayacak duruma düşürmüştür. Bunun üzerine İngiliz
birlikleri, kaçınılmaz görünen kuşatmadan kurtulabilmek için hızla geri
çekilmek zorunda kaldılar. Rommel'in bu
saldırısı sonucunda Tobruk, kuşatılmış bir vaziyette Afrika Kuvvetleriyle Mısır
arasındaki tek engel olarak kaldı.
Ocak 1942'de
Rommel'in direktifi ile bir haber el altından, Rommel'in karargâhından İtalyan
Kuzey Afrika baş komutanlığına doğru sinsice yayıldı: 'Rommel çekilmeye
hazırlanıyor'. İtalyan komutanlar ve kurmay subayları hayretler içinde
kalmıştı.18 Ocak'ta Kahire'de duyulan bu haber hayret uyandırmakla beraber
İngiliz Baş komutanı Auchinleck buna pek de inanmamıştı. Auchinleck ısrarla
Londra'dan daha fazla bilgi istiyor, herkes merakla cevabı bekliyordu. Acaba
Berlin ne biliyordu? Ajanlar ufacık bir bilgiyi bile havada kapacak konumda
bekliyorlardı. Herkes bu soruları sorarken 21 Ocak günü Rommel emrini orduya
dağıttı. Düşmanı imha maksadıyla taarruza geçilecekti. 21 Ocak 1942 günü
Merselbrega'daki İngiliz İleri Karakolları saat 08.30'da Alman tanklarının
olanca hızıyla kendilerine doğru geldiğini görünce hayretten ağızları açık
kalmıştı.
21 Haziran 1942'de
hızlı, koordine ve başarılı bir kombine saldırı ile Tobruk, 33.000 askerle
birlikte teslim oldu. Daha önce sadece Singapur'un düşüşünde bu büyüklükte bir
İngilz askeri birliği teslim olmuştu. Müttefikler tartışmasız bir şekilde
yenilmişti ve haftalar içinde Mısır'a kadar çekilmek zorunda kaldılar.
Rommel'in, İngilizlerin "Çöl fareleri", 'Desert rats' olarak bilinen
bu afrika ordusu karşısındaki keskin başarıları onu yaşayan bir efsane haline
getirdi ve Desert Fox (çöl tilkisi) lakabını kazandı ve Afrika savaşları
boyunca bu isimle anıldı.
Almanlar bunu ancak
saldırıya başladıkları 30 Ağustos günü fark edebilmişlerdi. Bunun sonucunda
kendilerini piyade tümenleri yerine tanksavar tümenlerinin, İngiliz tanklarının
karşısında bulan Alman panzerleri hedeflerine ulaşamamıştır. Tanklar mayınlar
yüzünden çok yavaş ilerliyor ve yoğun düşman ateşi altında kalıyordu. Rommel en
sonunda 1 Eylül'de yenilgiyi kabul etti ve ilk başlangıç noktasına çekildi.
Rommel birliklerini
Tunus'a kadar geri çekerek Hitler'in Tobruk zaferinden daha büyük zaferler elde
etme hayaline darbe vurmuş olsa da, Stalingrad'da Hitler'in emirlerine uyup
ordusunun yok olmasına neden olan Friedrich Paulus'un aksine o, birliklerini
kurtarmış oldu. Rommel'in Kuzey
Afrika'daki başarılarından sonra, 1942 yılında Winston Churchill Avam
Kamarasında yaptığı konuşmada şöyle demiştir: "Singapuru kaybettik,
doğudaki topraklarımız elden gidiyor, ama savaşın tüm karışıklığına rağmen şunu
diyebilirim ki, en azından karşımızda (Rommel'i kast ederek) çok cesur ve
yetenekli bir general var."
Fransa 1943-1944
Rommel, Gerd von
Rundstedt ve Alfred Gause (19 Aralık 1943, Paris)
Almanya'ya dönünce
Rommel bir süreliğine "işsiz" kaldı. Ancak savaşın gidişatı
Almanya'nın aleyhine dönmeye başlayınca Hitler onu olası bir Müttefik işgaline
karşı Fransa sahilini korumak üzere Ordu Grubu B'nin başına getirdi. Bulduğu
durum karşısında rahatsız olan ve çıkartmanın sadece bir-iki ay ötede olduğunu
fark eden Rommel kontrolü ele aldı ve onun direktifleriyle kısa sürede
milyonlarca mayın ve binlerce tank tuzağı ve engeli sahil boyunca döşendi.
Afrika'daki savaşlarından
sonra Rommel, ezici Müttefik hava üstünlüğü nedeniyle herhangi bir saldırı
planının işe yaramayacağı sonucuna vardı. Tank birliklerinin küçük gruplar
halinde sahile yakın iyi korunaklı yerlerde konuşlandırılarak çıkartma anında
hızla çatışma bölgesine gelmeleri gerektiğini öne sürdü. İşgalin daha
sahildeyken durdurulması gerektiğini savunuyordu. Ancak komutanı olan Gerd von
Rundstedt hava kuvvetleri kadar üstün ateş gücüne sahip Kraliyet Donanması
nedeniyle işgalin sahilde durdurulmasının imkânsız olduğunu düşünüyordu. Ona
göre tank birlikleri büyük gruplar halinde oldukça içeride, Paris yakınlarında
konuşlandırılarak Müttefiklerin içlere doğru yayılmasına izin verip arkaları
sarılarak ikmal yolları kesilmeliydi. İki plan da Hitler'e sunulduğunda Hitler,
tankları ortada bir yere yerleştirerek hem Rommel'in hem de von Rundstedt'in
planlarını işe yaramaz hale getirdi.
Çıkartma günü bazı
tank birlikleri, özellikle 12. SS Panzer Tümeni "Hitlerjugend" sahile
yeterince yakındılar ve ciddi zorluk çıkardılar. Ancak Müttefiklerin ezici
sayısal üstünlüğü ve Hitler'in yedek birlikleri zamanında serbest bırakmaması
sonucu köprübaşı elde edildi.
Hitler’e Suikast
17 Haziran 1944'te
Rommel'in makam aracı Kraliyet Hava Kuvvetlerine ait bir Spitfire tarafından
saldırıya uğradı ve Rommel başından ciddi yaralar aldı. Bu arada 20 Temmuzdaki
başarısız Hitler suikastı sonrasında Wehrmacht (Alman Ordusu) içinde sıkı bir
soruşturma başlatılmıştı. Soruşturmalar, Rommel'in en yakın yardımcılarının
komployla direkt bağlantısı olduğu yolunda sonuçlar gösteriyordu. Aynı anda
yerel Nazi görevlileri de Rommel'in hastanedeyken Nazi liderliğini aşırı bir
şekilde eleştirdiğini rapor ediyordu. Bormann, Rommel'in harekete dahil
olduğundan emindi, Goebbels ise emin olamıyordu.
Rommel'in gerçekte
suikast girişimiyle ne kadar ilintili olduğu veya ne kadar bilgi sahibi olduğu
hala belirsizdir. Savaş sonrasında karısının ifadelerine göre Rommel, gelecek
nesil Almanlara savaşın bir arkadan bıçaklama (Dolchstosslegende I. Dünya
Savaşının kaybedilmesinin nedeni olarak içerdeki Alman olmayan unsurların
arkadan vurduğu inancı) yüzünden kaybedildiği düşüncesinin hakim olmaması için
suikaste karşı idi. Rommel'e göre Hitler bir darbeyle yakalanmalı ve halkın
önünde hesap vermeliydi.
Ölümü
General Carl-Heinrich
von Stülpnagel, başarızlığa uğrayan intihar teşebbüsünden sonra, Verdun
Hastanesi'nde gözleri kör ve kendini bilmez bir durumda yatarken Rommel'in
adını ağzından kaçırmıştı. Sonradan da Albay Caesar von Hofacker, Berlin'de
Prinz Albrechtstrasse'deki Gestapo zindanlarında yapılan işkenceler sırasında
çözülmüş ve Rommel'in komplodaki rolünü anlatmıştı. Rommel'in, Berlin'dekilere
(komploculara) söyleyin, bana güvenebilirler dediğini açıklamıştı. Bu söz
Hitler'in kulağına gider gitmez çarpılmış ve Almanya'da halkın en çok tuttuğu
generalin ölmesi gerektiğine karar vermişti.
Rommel o sırada
kafatasında, şakaklarında ve elmacık kemiklerinde derin çatlaklar, sol gözünde
ağır bir yara, başı mermi parçalarıyla delik deşik, Bernay'daki Sahra
hastanesinde yatıyordu. Müttefikler ilerleyince ele geçmemesi için hemen St.
Germain'e nakledildi. Oradan da 8 Ağustos'ta, Ulm yakınlarında Herrlingen'deki
evine götürüldü. Eski Kurmay Başkanı General Hans Speidel'in kendisini
Herrlingen'de ziyaret ettiğinin ertesi günü yani 7 Eylül'de yakalanınca Rommel
başına geleceklerini o zaman anladı.
Rommel Afrika'da
kullandığı deri ceketini giydi ve eline Feld-Mareşallik asasını aldı. İki
generalle birlikte otomobile bindi. Araba bir ormanın kenarındaki şosede üç
kilometre gitti. Sonra durdu. General Maisel ile SS şoför otomobilden
atladılar. Rommel ile General Burgdorf'u arkada yalnız bıraktılar. İki adam bir
dakika sonra otomobile döndüler. Rommel arabanın arkasında kendisini
salıvermişti. Ölmüştü. Rommel'in karısıyla vedalaşmasından on beş dakika sonra
beklenen telefon geldi: Başhekim, iki generalin Rommel'in cesedini
getirdiklerini, belki de kafatasındaki çatlaklardan ötürü beyin kanamasından
ölmüş olabileceğini söyledi. Burgdorf otopsi yapılmamasını emretmişti. Cesede
dokunmayın, Berlin'de her şey hazır diye bağırmıştı. Berlin'de her şey hazırdı.
Walter Model,
Feld-Mareşal Rommel'in 17 Temmuz'da almış olduğu yaralardan öldüğünü bir günlük
emirle bildirdi ve ulusumuzun en büyük komutanlarından birini kaybettik dedi.
Hitler de Rommel'in
karısına bir telgraf çekti. Telgrafta: "Kocanızın ölümüyle uğradığınız büyük
felaket karşısında duyduğum içten yakınlığı lütfen kabul ediniz. Rommel'in adı
Kuzey Afrika'daki kahramanca savaşlardan hiçbir zaman ayrılmayacaktır." Hermann
Göring'de gönderdiği telgrafla sessiz acısını bildiriyordu.
Hitler millî bir
cenaze töreni yapılmasını emretti ve Rommel'in onurlu bir şekilde askeri
törenle gömülmesine izin verildi.
Savaş sonrasında
Rommel'in anıları "Rommel Belgeleri" adıyla yayımlandı. Adına ve kariyerine
adanmış bir müze olan tek 3. Reich üyesi odur. 1960'ta bir Alman savaş gemisine
adı verildi.